Ülkemiz eğitim kurumlarında çeşitli ölçütlerin baz alındığı değerlendirmeler yapılmaktadır.
Dönem içi ya da sonunda öğrencilere süreç takibi ve seviye tespiti için uygulanan
değerlendirmeler, öğrencinin durumu hakkında sunduğu verilerin güvenilirliği açısından
tartışma konusudur. Eğitim kademelerinde geçiş için Yükseköğretim Kurumları Sınavı ve
Liselere Geçiş Sistemi Sınavı gibi ulusal değerlendirmelerle karşılaşılması güvenilir bir
değerlendirme izlenimi sunsa da maalesef süreç içerisinde aynı şekilde bir güvenilirlikten söz
edilemez. Öğretim programları, konuların hangi sırayla verileceğini, içeriğini ve önem sırasını
çerçeveler. Kurumlarımızda sınıf derecelendirmesi, dersler ve içeriğinin sunulduğu müfredata
bağıl olarak öğrencilerin seviyelerinin ibrazı için kullanılmaktadır. Bir öğrenciye üst sınıfa
geçiş hakkı tanınmışsa alt sınıfın içeriğine hakimiyeti ve yetkinliği kabul edilmiş demektir. O
halde şu sorunun cevabı merak konusudur: "Her sınıf düzeyinden başarıyla ayrılmış aday,
YKS'ye (Yükseköğretim Kurumları Sınavı) hazırlanırken neden 15.000 ile 20.000 TL arası
değişen bir ücret karşılığında profesyonel desteğe ihtiyaç duyar?" Herhalde "unutmuş
olmak/hatırlamak" şeklinde basit bir cevap verilemez. Bütün adayların gerek bireysel çabaya
gerek kurumsal yardıma ihtiyaç duyduğu hazırlık süreci, halihazırda bizlere özelde
değerlendirme noktasında genelde eğitim sisteminde yürürlükte olan bir problemi işaret
etmektedir. Bu problem, değerlendirme çalışmalarımızın -süreç içi- formaliteden ibaret
olduğudur. İrdelemeden önce belirtmek gerekir; dershanelerin veya destek kurslarının
gereksizliğini tartışmıyoruz. Elbette yurt dışında birçok ülkede dershaneler mevcut. Ancak
bariz bir fark var. Yabancı muadilleri hazırlık sürecinde destekleyici bir roldeyken ülkemiz
dershane ve kursları bütünüyle müfredatı tekrar etmekte adeta okullara paralel olarak yeni bir
süreç yürütmektedir. Anlaşılacağı gibi yardım başka bir durumun karşılığıyken öğretim farklı
bir durumu niteler. Örnekleştirmek faydalı olacaktır. Ayşe kızımız 10. sınıfta "Tımar Sistemi"
konusunu öğrenmiş(!) ve yeter not alarak üst kademeye geçmiştir. Peki 12. sınıfta yahut
mezun statüsünde sosyal medya platformlarında X öğretmenin milyon izlenmeye sahip aynı
konunun işlendiği video paylaşımlarına neden ciddi bir mesai harcıyor? Eğer başarısızlık
mesuliyeti okuldaki öğretmeninin üzerindeyse üst sınıfa geçişine neden izin verildi? Geçiş
hakkı tanıma yetkisinin yine konuyu anlatamayan (!) başarısız okul öğretmeninin
sorumluluğunda olmasından ötürü mü? Madem son sınıfa gelindiğinde 45 dakikalık bir
materyal geçiş değerlendirmesi için yeterlik sağlıyor o halde eğitim kurumlarına senelerce
mahkûm olmak ve masraf etmek doğru mu? Bir video kümesi oluşturup 12 yıl okullarda
zaman kaybına sebebiyet vermeyelim. (!)
Benzer soruların ardı arkası kesilmez. Problemin kapsamı hissedebileceğiniz gibi oldukça
geniştir. Ama başat problem; 12 yıllık zorunlu eğitim sürecinde yaptırım eksikliği ve tolerans
gibi gizil nedenlerinde desteklediği değerlendirme yetersizliğidir. Eleştirilen husus,
değerlendirme materyalin niteliğinden ziyade etkisidir. Değerlendirmeler, yaptırımlar doğurur.
Bir aday değerlendirme sürecine tabii tutulduğunda lehine yahut aleyhine bir yaptırımla
karşılaşacağı farkındalığıyla katılır. Ancak bu yaptırımlar niteliksizleştirildiğinde
değerlendirmenin anlamı ortadan kalkmaktadır. Sayısız nedenle desteklenebilecek bu olgu,
çok boyutlu hataların telafi edilemez sonucu olarak eğitim hayatına yansımaktadır. Türkçe
dersi açısından 8. sınıf düzeyine erişme hakkına sahip bir öğrencinin belitmiş olduğumuz gibi
öncül 7 düzeyin kazanımlarına hâkim olması ve yetkinlik göstermesi beklenir. Fakat 8 yılın
değerlendirmesi LGS sınavına hazırlıkta destek yerine başlı başına bir öğretime ihtiyaç
duyması halinde elbette bu öğrencinin düzeye erişimi sorgulanmalıdır. Ülkemizde yakın
dönemde dershaneler "yardımcı kuruluş" sıfatındayken artık temel eğitim kurumu
yakıştırmasına uygun hale gelmiştir. Kimilerince 8 yıllık bir süre zarfında kazanımlarını son
yıl pekiştirdiği savunulsa da hakikat bambaşkadır. Hazırlık senesinde dershaneye kayıt
yaptıran öğrencilerin istisnalar olsa da çoğunluğu -dershane ve kurs eğitimcilerinin de
doğrulayacağı gibi- adeta boş bir zihinle sıralarda yerini almaktadır. Başlı başına temeli inşa
eden konularda bile ilk kez karşılaşmış izlenimi vermektedir. Kaygının tamamıyla ortadan
kalkması veya aşırıya kaçması öğrenmeyi olumsuz etkiler. Ancak ideal seviyelerde sabitlenen
kaygı hali güdülenme sağlaması açısından avantajdır. Üzerinde yaptırım kaygısı olmayan bir
öğrenen neden kazanım elde etmeyi sorumluluk bilinciyle hedeflesin ki? O zaman bu
çocuğumuza neden sekiz yıl personel, mekân, materyal, zaman açısından maddi ve manevi
gider sarf edildi?
Yanıt; okul veya personelinin kalitesizliği yahut dershanenin kalitesiyle açıklanamaz. Belirli
durumlarda geçerli olsa da bütün göz önüne alındığında verilmesi gereken cevap; konu
öğrencinin hiçbir zaman kademe geçiş hakkına erişmemesi gerekliliğidir. Ülkemizde üzülerek
gözlemliyoruz ki aşırıya kaçmış bir hümanistlik ve romantiklik akımı izlenmektedir. Elbette
"Eğitim her yurttaşın hakkıdır." amenna. Fakat eğitim gibi toplumun kaderini tayin eden ciddi
bir müessesenin geleceği Yeşilçam platosundan fırlamış bir Mahmut Hoca zihniyetiyle
tasarlanamaz! 8 yıllık temel eğitimin ardından lise ve üniversitede öğrenci olma hakkı yaşını
dolduran her bireye tanınmamalıdır. Ulusal süzgeç, çürük elmaları ayırmalı sadece ve sadece
hak eden kazanmalıdır. Buradaki hak, doğuştan gelen temel insan haklarını karşılamaz. "Hak
eden" layık olan anlamında kavramlaşmalıdır.
2022 verilerine göre YKS aday sayısı 3.000.000'dur. Ve emin olunmalıdır ki bu adayların
hepsi yalnızca sınav parasını yatırıp oturuma katılsa dahi öyle ya da böyle "Üniversiteli"
diploma sahibi olabilmesi için önlerinde keskin bir engel yoktur. İşsizlik mevcudunu
indirgemek için kitleleri üniversite öğrencisi yapmak, TÜİK'in ölçümlerini dört yıl
ertelemekten öteye gidemez. Herkes üniversite okumamalı! İnsancılları ve romantik
eğitimcileri öfkelendirsek de hakikat budur ve tartışmaya kapalıdır. Günümüzde hepimizin
bildiği ama itiraf edemediği gibi bir öğrencinin 12 yıllık zorunlu eğitimi bitirememesi
neredeyse özel çaba gerektirir. Sadece sınıfında oturması bile yaptırımsız değerlendirmeler
nedeniyle mezuniyeti ve yükseköğretim sınavlarına giriş hakkı için yeterlidir. Üniversiteler
elit rezervuarıdır. Toplumun nitelikli mensuplarının gelişimi için organize edilmiş
kuruluşlardır. Her gencin kopya, iltimas, göz yumma gibi çeşitli sebeplerle tamamlayabildiği
bir diploma basımevi değildir. Acaba Türk üniversiteleri en son eliti ne zaman mezun
etmiştir? Belki 20-30 yıl önce. Ne kadar acı.
"Türk eğitim kurumları beş para etmez." bu cümle gözünüze yazar-çizer aydın takımının
kaleminden veya yurtdışından muhakkak ilişmiştir. Biz ana rahmine düşen her vatandaşımızı
zorla üniversiteye öğrenci adı altında istihdam ettiğimiz sürece de aynı söylemlere rastlamaya
devam edeceğiz. LGS sınavı ve YKS hayatidir. Bu önem onların seviye tespit için değil üst
kademeye geçiş hakkı almak için zorunluluk olmalarından kaynaklanır. Netice itibariyle
ülkemiz eğitim kurumlarının ve personelinin yetersizliği dershane ihtiyacına neden olmaktadır
gibi yanlış bir algı kanaatleri süslese de asıl problemimiz değerlendirmelerimizin vasatlığıdır.
Temel eğitim her yurttaşın hakkı olabilir. Fakat lise ve üniversite gibi bireyin sosyal statüsünü
belirleyici kurumlar, herkesin değil hak edenin -layık olanın- katılabileceği oluşumlardır.
Vasfı olmayan 8. sınıf öğrencisi Ahmet, lise kaydını asla ve asla yaptırmamalı, devlet eliyle
önü kesilmelidir. Geleceğini başka yapılanmalarda inşa etmelidir. Orta ve yüksek öğretim,
karar alma mekanizmalarını işletecek personelleri yetiştirmek ve bilime katkı sağlayacak
fertlere imkân sağlamak için yapılandırılmalı ve kayıt yaptıran her öğrenciye ayrılan ödenek
liyakatli hak sahiplerinin gelişimi için harcanmalıdır. Tarihin her devri hak sahibi olmayan
yetersizlerin sebebiyet verdiği felaketlerle doludur. Sahip olduğu tek yetkinliğin homosapien
olması, bir kişiye ülkenin prestij kaynağı olması gereken lisans diplomasını kazandırmamalı.
Bizler insan hakları holiganı gibi yaptırımsız, çapsız, formaliteden ibaret değerlendirmelerde
ısrar ettikçe kalite ve nitelik çölde umut edilen serap gibi ütopya haline gelecektir.
Saygılarımla.